19 Temmuz 2009 Pazar

YAŞAMAK MI)

Yaşamak mı?
Yaşamak bu kadar basit, bu kadar saniyeliktir işte. Bu kadar diyorum ya “bu kadar dediğin ne kadar?” diye sormayın lütfen. Yıldız kayması vardır ya hani, aslında aynen öyledir yaşamak. Evet, evet aynen yıldız kayması gibidir hayat. Bazen yürüyüşe çıkarsınız ya eşinizle, dostunuzla ya da ailenizle, bir konu açılmıştır herkes bir şeyler söyler de siz bir an gökyüzüne bakarsınız da “aa bakın yıldız kaydı” dersiniz yanınızdakiler semaya bakana kadar o yıldız kaybolup gider ya işte tam da öyle bir şey. Hayat da aynen o yıldız gibidir işte size özeldir, sizden başka hiç kimse göremez onun geceden ayrılışını. Hiç bir güç hiç bir zamanlama hiçbir hesaplama o anı yakalayamaz. Yaşamak da böyledir işte anlıktır ve yapmanız gereken tek şey tasarımlarsız yaşamaktır.
Bazen bir bakarız günlerce düşündüğümüz şeyler, yapmış olduğumuz planlar, programlar yok olup gitmiş aniden. Daha bir saniye sonrasını yaşayabilme ihtimalimiz bile ihtimalin milyonda bir ihtimaliyken bir gün, bir hafta, bir ay hatta bir yıl sonrasını düşünüp dururuz her daim. Yaşanmışlık derecesi tüm gerçekliğiyle ortada olan şu saniyelerde bile bilmem kaç kişi ne planlar yapmıştır ya da yapıyordur yaşanılması muamma olacak olan anlara dair. Kimse yanlış anlamasın ama bence kaybetmemişlerin uydurmasıdır plan program. Hayatında çok şey kaybettiğini zannedenler arasında ilk sıralarda ismini duyuran benim de planlarım vardı aslında. Daha bir ay öncesine kadar gecelerce düşünüp taşınıp ve nihayetinde en iyisi bunları bunları yapayım diye tasarladığım planlar. İlk olarak tenezzül edip girmediğim ve bu sorumsuzluğumun doğal sonucu olarak ilk sınavlarında düşük aldığım dersler için iki hafta geceli gündüzlü ders çalışacak, notlar çıkaracak ve son sınavlarda bombayı patlatacak kurtaracaktım hepsini ama ne yazık ki hiçbir sınava giremedim. İkinci planımsa şöyleydi; boyumdan büyük işlere kalkışma cesaretini göstermemden kaynaklanan girişimler sonucunda edindiğim ve altından çıkamayacağım kadar çok olan borçlarımı kapatmak için yaz tatilinde bir iş bulacak çalışacaktım. Kazandığım bu alın teri helal parayla da borçlarımı ödeyecek hata ve hatta bununla da yetinmeyip para biriktirecektim. Yeterince birikimim var artık dediğim vakit bir saniye bile beklemeyecek bu çileli, bu küçük şehirden uzaklaşacak, birkaç hafta kafa dinleyecektim. Şöyle güzel bir Karadeniz turu hiçte fena olmazdı. Yeşillik, deniz, doğa, manzara bir de vazgeçilmezim sessizlik… Tüm bu güzellikleri yaşadıktan sonra da İstanbul’a gidecektim, hani Üsküdar tarafındaki kız kulesinin tam karşısında bulunan o küçük kafe yok mu işte tam orda arkama yaslanıp denize karşı bir bardak ince belli, tavşankanı demli çay içecektim. Bu kadarcık mı yani diye düşünmeyin lütfen, kız kulesinin tam karşısında oturup bir bardak demli çay içmek tüm sıkıntılarımı alır benim. Özel hayatıma girmek istemiyordum, sadece planlarımdan bahsedecektim ama bazen böylesine samimi muhabbet de iyi oluyor. Neyse devam ediyorum programıma, İstanbul sefasından sonra tekrardan benim kadar küçük ve bir o kadar derin olan şehrime dönecektim. Hayata kaldığım yerden devam edecektim…
Ne kadar sıradan şeyler bu söylediklerim değil mi? Tüm bu bayağılılıklarına rağmen hiçbirini gerçekleştiremediğim bu yaşanılmamışlıkları düşündükçe sabah ezanını duyabiliyorum… Bu kadar basit şeyler uykumu bile alıp götürüyor ta uzaklara. Hepsi kocaman birer yalan olup gidiyorlar. Yaşamı var eden yaşanmamışlıklar değildir oysa böylesine basit şeylerdir. Ansızınlık ve basitlik asıl olan. Tüm yaşantılar sıcak bir haziran ayının kahrolası bir Pazar günü üç saniyenin içinde yani aniden bir hazan yaprağı gibi savrulup gidiyorlar işte… yaşantımız basit ve ansızın değişiveriyor böylece….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder